18+
Yolu Açan Kadın

Бесплатный фрагмент - Yolu Açan Kadın

1. bölüm

Объем: 166 бумажных стр.

Формат: epub, fb2, pdfRead, mobi

Подробнее

YOLu AÇan Kadın

Üç bölümden oluşan bir roman. 1.Bölüm

Kalplerinin yolunu takip etmek isteyenler için bir eğitim kitabı.

* Adların ve soyadların gerçek kişilerle olan tüm tesadüfleri tesadüfidir ve olaylar hayalidir.

Bir adama adanmış, hayatımı ters çeviren aşk hikayesi.

Ben YOLu AÇan Kadın…

Beni takip et ve sana tüm dünyayı göstereceğim!

Güzellik, sevgi ve tanıma dünyası!

Hayatınızda o kadar çok deneyimlediğin,

zihinsel ya da fiziksel acının olmadığı o dünya.

Beni takip et, saf kalbin yolunu takip et!

Güzelliğini ve samimi ruhunu kabul et!

Ruh’un ne kadar saf ve kutsal olduğunu görün.

Güçlü Ruhun senin rehberin O!

Yukarıda belirtilen yolu takip et, yolunu takip et.

2014 yılının sonbaharında Londra’da buluşmak istemişlerdi…

«Bana Londra numaranı yaz, sesini duymak istiyorum…»

«Tamam».

Otobüsün ikinci katında oturmuş, Londra’da ki Rus okulunun yeni bir şubesinin açılmasıyla ilgili toplantıya katılmak için Trafalgar Meydanına doğru gidiyordum. Güneşli bir Ekim günüydü. Cep telefonuma gelen bir çağrı, okulun açılmasıyla ilgili düşüncelerimi kesintiye uğrattı. Türkiye numarası idi. İstanbul’dan Londra numaramı kim arayabilirdi ki? Ben hiçbir zaman Türkiye’de bulunmamıştım ki diye düşündüm. O zamanlar hiç bilmediğim Boşnak-Türk aksanlı bir Rusça ile «Selam, sesini duymayı çok istedim» dedi bir ses. «Merhaba!» dedim.

Konuştukça hatırlayamadığım kadifemsi bir erkek sesi «Seni her gün hissediyorum, seni görmeyi gerçekten de çok istiyorum. Yarın Heathrow Havaalanı’nda beni karşılar mısın? Ben senin Benim Kadının olduğunu biliyorum» dedi. Ne cevap vereceğimi bilemedim. «Londra numaramdan beni arayan Türk numarası kime aitti acaba?» Şimdi hatırlamıştım. Moskova’da ki bir arkadaşım projeyi desteklemek için bana söz vermişti. İki hafta önce bana Türkiye’de iş ortağı olmaya hazır bir Bosnalı Türk’ten ya da İstanbul’da yaşayan ve bir Sırplıdan bahsetmişti. Ona Londra’da ki cep telefonu numaramı verebileceğini söylediğimi unutmuştum… Bu «Ortaklığın» neye dönüşeceğini keşke o zaman bilebilseydim…

Yabancı sesin hangi sorusuna cevap verdiğimi düşünmeden «Evet» diye cevap verdim.

«Güzel». Ben şimdi bir bilet rezervasyonu yaptıracağım. Detayları gün içinde sana bildiririm.

«Hmmmm». «Ne bileti?» — Konuşmanın başlangıcını hatırlamadığım için endişelenmeye başlamıştım. Bu ses beni bir çeşit uyuşukluğa dönüştürmüştü ve anca ayılmıştım. Sanki bu noktaya gelmeden önce onu milyonlarca yıldır tanıyor gibiydim. Peki ama bu kim? Kimsin sen. Telefonla konuştuktan ancak bir yıl sonra karşıma çıkan sen, kimsin?

O, Londra’ya gelmedi… Kim olduğunu anlamadığım ya da fütursuzca bana onun kadını olduğunu söylemesinden utandığım için beni aradığı iki numarayı da bloke ettim. Bu telefon görüşmesinden ik gün sonra Turkcell şirketi başkan yardımcısının daveti üzerine Türk Hava Yolları’nın Londra-İstanbul seferiyle İstanbul’a gidiyordum. 2014 yılının sonunda herkes İstanbul’da bir Rus-Türk Üniversitesinin açılmasıyla ilgili beklenti içindeydi. Bu gidişim; kültürlerin, tarzların, mimari yapıların, seslerin iç içe girdiği ve farklı dünyalardan insanların bir yerde buluştuğu bu masal şehrine ikinci kez gelişimdi.

İlk gidişim, Moskova-İstanbul-Londra aktarmalı bir uçuştu ve iki saat süresince İstanbul’un güzelliklerini görmek imkansızdı.

Dünyayı dolaştıktan sonra; en büyük, en güçlü, en içten, en saf, her şeyi affeden ve her şey için hazır bir aşk uğruna sonuna kadar gitmenin kahramanlık değil de hayatın ta kendisi olduğu bir aşk yüzünden hayat boyunca devam eden yolculuğumun son durağının Türkiye olacağını ve o andan itibaren yola yalnız değil de ruh ikizim ile birlikte devam edeceğimi hiç düşünmemiştim.

Saraybosna’da buluşma

Üstümü değiştirip Saraybosna’nın tarihi şehir merkezine gittim. Süleyman’la ilk buluştuğumuzda gördüğüm gözlerin gerçeği, daha doğrusu bu gözlerin saçtığı, her şeyi yakan, etrafı ıssız bir çöle dönüştüren ruh acısı gerçeğinin buralarda saklanmış olduğunu hissediyordum.

Sessiz kış sokaklarında dolaşıyordum. Aylardan Ocak olmasına rağmen güneşli bir gündü. Farkına varmadan kendimi koca bir AVM önünde bulmuşum. İçeriye girdim. Her tarafta ünlü markaların yılbaşı indirim kampanya reklamlarını görüyordum. İçgüdüme güvenerek dördüncü kata çıktım. Karşımda İstanbul’dan bildiğim PlayLand yazılı büyük bir tabela duruyordu. Demek ki maçomuz, bu harika çocuk eğlence merkezi şubesini Saraybosna’da da açabilmiş. Resepsiyonda duran görevliye yaklaştım.

— Süleyman Beyi arayıp, Mariya’nın burada olduğunu söyler misiniz lütfen!

Beklemediğinden veya Rus aksanlı garip Boşnakçamdan dolayı çocuk bana şaşkın bakarak gene de hızlı şekilde bir numara tuşlamaya başladı. Ve birkaç saniye sonra üst kata ve yürüyen merdivene doğru davet eden bir işaret yaptı. Geriye baktım. Üst katta duran Süleyman bana gülümseyerek ellerini sallıyordu. Görevliye teşekkür edip mutluluğa doğru yürümeye başladım. Süleyman koşarak geliyordu bana doğru. Yürüyen merdiven çalışmıyordu. Ben yavaşça yukarı çıkmaya başladım. Sonunda bir araya gelebilmiştik.

— Senin yürüdüğün hızla hareket etseydim çoktan iflas ederdim Mariya!

Ben gülümsedim. Ofise geçtiğimizde beni küçük bir kanepeye oturtup, üstünde iki adet notebook bulunan çalışma masasına oturdu.

— Karımdan beni her gün sevindiren mesajları almak isterdim, dün bana yazdığın gibi değil.

Dünkü mesajla arkadaş vasıtasıyla araştırdığım Süleyman’ın her iki telefon numarasının, başkasının adına kayıtlı olmasının nedenini sorduğumu hatırladım. Kızdığında bana gelmemi istemediğini yazdığında ben, artık uçak içinde oturuyordum. Uçağın kalkış saatinden haberi de vardı onun.

— Karımın lezzetli yemek yapmasını, ev bakmasını ve yatakta beni mutlu etmesini isterim.

Ben, bilim adayı olan bir bayan olarak, aile yapısı ve ilişkileri dersindeydim sanki.

Sessizce karşımdaki tabloyu inceliyordum.

Birden bire emreder gibi «Yanıma Gel!» diye söyledi Süleyman, kucağına oturmamı istediğini işaretle göstererek.

Gücüne ve cazibesine karşı koyamazdım. Kucağına oturduğumda bir elini belime koyup öbür eli ile saçımı okşamaya başlamıştı. Sanki kedi yavrusunu seviyormuş hissine kapılarak ayağa fırladım. Süleyman güldü. Belimdeki elini çekmeden, «beni öp» diye emir verdi. Boyum onunkinden kısa olduğundan öbür eliyle çenemi okşayarak yukarı doğru kaldırdı. Emrini yerine getireceğimi beklerken, göz göze gelmiştik.

— Mavi gözler, — dedi Süleyman. Sanki susuzluktan ölmek üzereymiş gibi. Deniz mavisi gözlerimin içine bakıyordu.

Onu şehvetle öpmeye başladım, tenimi onun sıcak tenine değdirmek için sabırsızlanıyordum. Gömleğinin düğmelerini yukardan aşağıya açmaya başlamıştım.

— Sonra, — dedi.

Elimi çekip, ofisten koşarak uzaklaştım. İstanbul’da benden alamadığı öpücüğü kastederek: Yüksek sesle «Onu alacağımı söylemiştim sana!» diye seslendi Süleyman peşimden gelirken. Birkaç saniyede bana yetişip ceketini kapattı. Şimdi yemek yiyelim dedi ve beni bir alt kattaki restoranın içine sokup deri koltuğa oturtmuştu. Biraz sonra seslendiği garson sıcak kebap, sebze ve sıcak ekmek önümüze koydu. Saraybosna ayranı en az İstanbul ayranı kadar güzeldi. Ye dedi Süleyman lavaşa sarılı bir kebap parçasını bana uzatarak. Ona bakmadım. Avucuyla kalçama dokunarak: «Yemek yemelisin çok zayıfsın» dedi. İki üç kilo verme istediğimi hatırlayınca gülmeye başladım. Biz yemeğimizi yerken üzerinde koyu renk kalın kumaşlı palto giymiş, uzun boylu, otuz yaş civarında bir genç restorana girdi. Masamıza yaklaşıp sessizce beklemeye başlamıştı. Daha sonra, büyük miktarla nakit para içerdiğini öğrendiğim zarfı elinde tutuyordu. Ona otur diyen Süleyman bana bakıp kuzenim diye attı ve gence dönüp üç banknot kendisine alacağını kalanı da bankaya yatıracağını söyledi. Söylediklerini yerine getirmek üzere genç adam afiyet olsun deyip yanımızdan ayrıldı. Yemeğimizi bitirdik.

— Gidip çay içelim.

Restorandan çıkıp tatlılarla dolu bir dükkana girdik.

— Sen ne alırsın? diye sordu Süleyman.

— Baklava, — dedim.

Ben yemeğimizin kafayı karıştıran etkisi altındaydım hala. Kendimi koruyarak tatlıdan aslında vazgeçmem gerekiyordu ama içime Süleyman’a ve emirlerine karşı koyamayan başka birisi girmiş gibiydi.

Masaya oturduğumuzda şerbeti ile ağzımı tatlandıran baklava ile iki bardak çay karşımıza bir anda konuverdi.

— Burada herkes tanır beni dedi Süleyman memnun bir gülümsemeyle.

Hesabı ödedi ve dışarı çıktık. Elimi sımsıkı tutup rastladığımız tüm insanlara beni tanıtıyordu. Tekrar kaçacağımı veya numaralarını bloke edeceğimi mi korkuyordu bilmem ama elimi o kadar sıkmış ki, bu gezinin sonunda elim biraz kızarmıştı. Artık otele dönelim deyip hızlı bir şekilde taksiyi bulmuştuk. Birkaç dakika sonra «Avrupa» otelindeydik. Benimle birlikte üçüncü kata çıktı. Odamda kendi eşyalarım yanında onun eşyaları da duruyordu. Ne zaman olmuş ki bu? Gerçeği bütün gün dışarıdaydım… Veya kendisi zaten yan odasında mı kalmıştır… Aklım karışmış.

— Sen kendin mi soyunursun yoksa ben mi soyayım seni? diye mırıldadı kulağıma belimi yavaşça sararak.

Arkaya bakıp üstünde sadece donla çorap kaldığını gördüm. Kahkahaya boğuldum.

— Neden güldün?

Üstümdeki elbise ve ceketi çıkartmadın beni koca yatağın üstüne attı. Otelin lüks odasındaydık.

— Bırak beni! kurtulmaya çalıştım.

Ceket düştü üstümden. Elinden kurtulduğumda banyoya kapandım. Üstümü değiştirip ev elbisesini giydim ve banyo odasından çıktım.

Süleyman çıplak vaziyette yatağın üstünde uzanmış kendisine has devasa aleti ereksiyon halindeydi. Şehvet dalgaları beni sarmıştı. Hızlıca ayağa kalkıp beni kendine çekerek, tutkuyla saldırıyormuş gibi beni öpmeye başladı. Birbirimizi sevmeye başladık. Her hücremden zevk alıyormuş gibi sevişiyordu. Ben ise bir türlü doyamıyordum. Orgazm içindeyken tek vücut haline geldiğimizde ben devam etmeyi ve ikinci devreye başlatmayı tercih ettim.

— Aman bana tecavüz mü ediyorsun diye inledi Süleyman.

Üzerine çıktım, sessizce gülümsüyordum. Vücudundan haz alırken doyamıyor, fazlasını istiyordum. O an kişiliğimin şeytani varlığı onu yediğini bilmezdim. Ama en kötüsü bu değildi.

Onu dibe kadar içtim, ne onu ne de kendimden başka birini bırakmıyordum. Bütün bu devasa enerjinin gittiği yerde, hiç anlayamadım. Bu sır bana daha sonra açıklanacak.

Süleyman yataktan atladı ve anında çıplak vücudu üzerine kotları çekti.

«Acil olarak bir faks göndermek zorundayım ve sen giyinirken, biz yemek yeriz,» dedi harekete geçti ve odadan kayboldu.

Bir elbise giydim, güzel İngilizcem topuklar üzerine çizdi ve telefonu sadece elime aldım, ama kapı açıldı ve Süleyman açılışta belirdi.

«Ah, hazırsın, gidelim» odadan çıktık ve Saraybosna’nın merkezinde, Avrupa Otelindeki lüks Viennese restoranına gittik.

Grip oldum, hastalık azalmış gibiydi, ama restorandaki masada tekrar kapatıldım ve sümük burnumdan döktü. Limonlu ve ballı bitki çayı sipariş ettim.

«Sıcak çorba yemelisin,» Süleyman dikkatlice bana baktı. Bütün masa zaten sümüklü kağıt peçetelerle kaplıydı.

Bize iki büyük kap çorba getirdiler.

Süleyman’a «Ye», diye emretti «İyileşmen gerekiyor.»

Çorbaya başladım. Akşam yemeğinde her şeyden, İstanbul’daki trafik sıkışıklığından, politikadan, Rusya’daki durumdan ve başkanlardan bahsettik.

«Normal olduğumu görüyorsun,» dedi Süleyman aniden beni bir restorana davet edebileceğine ve akşam yemeğinde bayanla «küçük konuşmalar» yapabileceğine ikna etmek istedi. Bu ondan duyduğum ve okuduğum Türk küfürden sonra. Hayatımda bu kadar anlamlı ifadeleri kimseden alamadım, ama benim için başka bir şey yapmak garipti: Süleyman’ın içinde neye hakaret ettim, böylece kendimi bana en karanlık tarafından tezahür ettirmek için? Ama sonra onu çok kötü tanıdım ve karanlık özünün neler yapabileceğini anlamadım, bu da onu içeriden mahvetti. Genelde onun hakkında çok fazla bir şey bilmiyordum. Ve iki yıl sonra bana açıklanacak olan her şey, muhtemelen ilk toplantıda beni şoka sokacak ve asla onunla ilişkimizi sürdürmeme ve o zamana kadar gitmeme izin vermeyecekti.

«Tatlı olarak ne istersin?» Diye sordu Süleyman. Alçakgönüllülükle gülümsedim…

«Beni, anladım,» diye aceleyle makbuzu istedi ve onu ödedi. Harika bir akşam yemeği için ona teşekkür ettim. Bana doğru görüyor gibiydi. Hiçbir şey delici bakışlarından saklanamaz. Sadece dudaklarını okumadı, her hücremi taradı, hatta daha fazla, bilinçaltımın dalmaya hazır olmadığı derin bir yere nüfuz etti. Kalbimin derinliklerine nüfuz ederek feminen özümü açtı. Ya da orada uzun süre yaşadı…

Restorandan çıktık, hemen odaya asansörle çıktık ve hemen tekrar seviştik. Süleyman yorulmuştu. Hiçbir şekilde yeterince alamadım, her şey benim için yeterli değildi. Öyle görünüyor ki, geçmiş hayatımda bir yerde onunla birlikte ruhumun bir parçasını kaybettim. Ve O’nun arayışı içinde olan bu hayatta, farklı ülkelerden geçmiş, sonunda tanışmış, açgözlü özümü doyuramadım, ki bu her şey yeterli değildi… Hepsine hükmetmek istedi. Fakat vücut böyle bir birliğe karşıydı. Çok daha önemli olan manevi birliktelikti. Bu olaylar için henüz hazır değildim. Ancak Yaradan’ın benim için planladığı ve hazırladığı şey tüm beklentilerin ötesindeydi…

Süleyman yataktan kalktı.

«Yarın İstanbul’daki ortaklarla iş yemeğime katılmak ister misin?» Diye sordu. Ortaklarıyla buluşmayı umursamadığımı ve göz kırptığımı söyledim. Bir telefon numarası çevirdi ve 8 kişilik bir restoranda rezervasyonu yaptırarak isimlerimizi verdi ve yalnız olmayacağını belirtti. Bana yaklaştı ve beni güçlü bir şekilde öptü…

«Basketbol maçı izlemek istemiştim,» diye bilmediğim bazı takımları seçti.

«Bana gel,» beni yatağa sürükledi ve televizyonu açtı ve ellerimi omuzlarımın üstüne koydu: boynunu nasıl masaj ettiğimi sevdi.

Sonunda basketbol maçını izledikten sonra yatmaya gittik. Sabah erkenden İstanbul’a dönüş uçuşumuz vardı.

Sabah erken kalktım, uykusuz bir geceden sonra Süleyman’ı uyandırmaktan korktum, bütün gece döndü. İçimdeki arzu ile mücadele ettim, ama doğruca duşa gittim, kendimi düzene soktum, toplandım ve uyandığında hazırdı.

«Hiçbir şey unutmadın mı?» Hazır bakışlarıma bakarak beni dikkatlice inceledi. Kahvaltı yapmak için aşağı indik.

«Hayatımda asla kahvaltı yemem,» dedi Süleyman birdenbire sabahları tabağa memnun bir görünümle koyarak davrandı.

«Artık senin için her şey farklı olacak, rejim hayatımızda çok önemlidir. Tanrı seni insan formunda bir melek gönderdi «dedi.

«Bunun ne tür bir melek olduğunu bakarız,» Süleyman beni bakışlarıyla taradı. Kahvaltı yaptık. Bütün sabah rahatsız hissettim. Bosna’da bir haftasonu kalmak istedim, özellikle onu serbest bıraktım ve ertesi gün İstanbul’a döndükten sonra uçup gitmek istemedim. Onunla paylaştım. Beni yarın öğleden sonra onunla İzmit gezisine götüreceğini söyledi. İçimdeki bir şey sıkılmış.

Havaalanında, Süleyman bana bal ve limon ile bitkisel çay verdi: «Çabucak iyileşmelisin.» İnişi geçtik. Beni her zaman öptü.

Bir İstanbul okulunda A2 seviyesi sınavına hazırlanmak için kabinde bir Türkçe ders kitabı açtım. Süleyman’a Türkçe kelimelerin anlamı hakkında sorular sordum, bütün sorularıma ilgiyle cevap verdi. Birdenbire eliyle bana sarıldı ve kalçalarımı sıktı, bekarlar vücudumun içinden geçti.

«Seni şimdi istiyorum», diye kulağına fısıldadım ve ders kitabını bıraktım.

«Akşama kadar bekle, seni alacağım.»

İstanbul’a indik. 16 Ocak 2016 Rusya sadece Türkiye’nin yaptırımlarını açıkladı. Oturma iznimle birlikte Türk vatandaşları için geçiş pasaportumla Kanuni Süleyman’ı geçtim.

«Merhaba, Türkiye’ye hoş geldiniz», diye sınır öfkesi bana gülümsedi, ikincisi pasaportuna damga attı.

«Türkiye’nin seni nasıl karşıladığını görüyorsunuz, Maria», Süleyman bana göz kırptı.

«Neden şimdi bana bunu söylüyorsun?» — Pasaport kontrolünden sonra buluştuk ve Süleyman’ın papasını pasaportumla şaka olarak çarptım.

«Şimdi bir taksiye bin ve eve git, ben de ofise gideceğim. Akşam saat 9’da seni alırım, hazır ol.» — Süleyman bana bir taksiye para verdi, ekşitmeden.

Akşam saat 9’da, güzel ve yüksek topukluydum, beni ortaklarımla akşam yemeği için almasını bekliyordum. 21:15, 21:30 … 21:40 … SMS yok, arama yok. Doğuya yazdım: mesaj iletilmedi. Numarasını çevirmeye karar verdim, belki de yol boyunca olanlar: «Abone cevap vermiyor veya geçici olarak kullanım dışı, daha sonra aramayı dene.»

Ne…? 22:00. Numarasını ikinci güvenli numaramdan aramaya karar verdim. Hooterler «Alo!» Dedi — tüpün diğer ucunda bir ses ve etrafta bir miktar ses ve birçok ses vardı.

«Merhaba, Süleyman! Beni 9’da almaya karar verdik.» Sonunda sessizlik ertelendi, görünüşe göre Süleyman neyin cevap vereceğini biliyordu… ama çağrı kesildi. Tekrar aramadım. Benim için her şey garipten daha fazlaydı.

Bir gün sonra tekrar aileme Belçika’ya gittim. Orada ev sıcaklığı ve özen atmosferine daldım. Brüksel alışverişi Süleyman’a duyduğum özlemden vazgeçti ve ben Avrupa’nın güzelliğine döndüm, antik mimari ve şehrin cazibesine kapılan Brugge’de bir tura çıktım. Fakat 1 Şubat’ta buna dayanamadım ve Süleyman’a Belçika numaramdan bir mesaj gönderdim: «Merhaba. Nasılsın?»»

«Merhaba. Kötü,» — onun mesaj hemen uzaklaştı, bir yerden uzaklaştı.

«Sana iyi geceler diliyorum!»

«Sana da.» Cevap konusunda tereddüt ettim ama yine de karar verdim.

«Yarın saat 17:30’da Brüksel’den Sabiha Gökçen Havalimanı’na varışta beni alacaksın memnun olurum.»

Süleyman, «Peki, iner inmez beni yaz seni alacağım» yazdı.

«Seni özledim ve seni çok istiyorum», dayanamadım.

«Senin eve doğrudan havaalanından gideceğiz», — Süleyman beni gönderdi. Kalbimde yanlış bir şey yaptığımı hissettim.

Ertesi akşam İstanbul’a bindim ve Süleyman’a hemen bir mesaj gönderdim.

«Havaalanından çık, seni çıkışta alırım» geri geldi. Belçika hediyeleri ile yavaş yavaş iki valiz yüklenen arabaya, yeni kırmızı örgü elbisemle uluslararası gelenlerin çıkışına ilerledim. Dışarı çıktım, benimle tanışan tüm Türkler, istisnasız, gözlerimle yutkundu. Süleyman onların arasında değildi. Şimdi bir taksiye bineceğimi ve çıkışa gideceğimi düşündüm. Havaalanından çıkışta Süleyman bana sıçradı ve valizimi aldı. Çok endişeliydi ve net bir şekilde açıktı ve bundan sorumlu olan kesinlikle ben değildim. Görünüşüm sadece durumu daha da kötüleştirdi. Mutlu bir şekilde sordum: «Nasılsın?» Arabaya bindik. Ve havaalanını çoktan terk etmiş durumdayken, durumun bir şeyle kurtarılması gerektiğinin farkına vardım ve karayolu üzerinde ona şunu sordum: «Lütfen, arabayı dur.» O, çok şaşırdı, aniden kafamı yönüme çevirdi, ama sessizce park etti ve durduk.

«Beni gördüğüne sevinmedin mi Süleyman?» Diye sordum.

«Sevindim. Ne istiyorsun?» Gözlerini bir tür içsel acı ile indirdi. Ne olduğunu anlamadım ama amansızdım.

«O zaman beni ilk kez Saraybosna’da yaptığın gibi öp» diye sordum. Süleyman beni ona çekti ve öptü. Ben içten mutlu olmuştum. Ancak her şeyin yanlış gittiğini ve nasıl düzeltileceğini bilmiyordum. İlk öpüşmemiz hiç değildi. Durumu kolayca ve kolayca nasıl bırakabileceğimi bilmiyordum. Her şeyi bir kerede istedim ve en önemlisi, yanlış yaptığım şey onun vücudunu devralmaktı. Ve bu konuda kesinlikle her saniye kaybettim. Yine yola çıktık.

«Avroyu şimdi çok fazla Türk lirasına çevirmem gerekiyor» dedi. Sessizce Süleyman sessizce yol boyunca bir yere park etti, benden euro aldı ve üç dakika sonra TL ile geri döndü, bana bir miktar fatura verdi.

O kötü niyetli akşamda, benden hiç çay içmiyorduk, valizleri aldım ve girişte beni bekleyen ev sahibimle ilgilenmek için ayrıldım. Süleyman karartılmış bulutlar bana veda bile kalmadan kaldı. Aramızda neyin yanlış gittiğini merak ettim. Niçin hiç görüşemedik, neden hayatımın hayalini kurduğum görüşmemizden sonra bile normal bir şekilde insanca iletişim kuramıyoruz. Varlık gerçeği iki yıl sonra bana açıklanacak, Rusya’dan iki şamanla birlikte ayna korumayı kaldırmak için çalışacağız ve sonra sert bir savaş gelip beni hedefime dayanma ve sadakat için test edecek. Ve şimdi bir kızım, Tanrı’nın çiçeği, bir ay boyunca İstanbul’da yeni konut aramakla meşguldü, çünkü eski yer kesinlikle bana uymuyordu. Hızlıca bir satış sözleşmesi imzaladıktan sonra, bir akşam, şansla, hem depozito hem de rehin için gereken parayı aldım, İstanbul’un Asya bölgesinde yeni ve geniş bir daireye taşındım. Bundan yeterince alamadım. Hemen Süleyman sohbete bir mesaj gönderdi: «Seni gerçekten özledim.» Ve sonra konumunuz. Yıllardır görmemiş gibiydik. Bütün ay yeni daireler izliyordum ve taşınıyordum. Ve böylece, bir akşam taşınan ve havuzlu yeni bir rezidansa yerleştiğimde, Süleyman olmadan kendimi hem mutlu hem de yalnız hissettim. Birden cevap ondan geldi: «Gelecek miyim?»

«Evet» dedim. Süleyman bile benden hep yapmamı istediği, ama yine de denemediğim bir pancar çorbası pişirmeyi bile başardı. Sadece şarkı söyledim, ocakta dans ediyordum. Telefon çaldı: «Merhaba, benimle 15 dakika sonra kavşaktaki hastanede buluşalım, nasıl devam edeceğimi bilmiyorum. Seni oradan alacağım ve sen yolu göstereceksin.»

«Güzel,» Süratle toplandım ve Süleyman’la buluşmaya gittim. Bu sefer, sadece bir tişört ve kot pantolonla, rüzgârın omuzlarına bir ceket attı. Beyaz Mercedes’ini uzaktan gördüm. Durdu.

«Merhaba!» — Arabaya bindim, onunla tanıştığımda, içimde bir şey sıkıştığında, ve bir miktar kayıp korkusu beklenmedik bir şekilde gizlice girmişti. O zaman aşkımızdan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Yurtta durduk ve park ettik. Beşinci kata yükselen ve daireye giren Süleyman, her zamanki gibi her şeyi kokladı, ambalajını açtı, balkona doğru yürüdü, perdeyi geri çekti ve pencereden manzaraya doyurucu bir şekilde baktı. Onu takip ettim, kapıyı kapattım ve bize Türk kahvesi hazırlamaya başladım. Bardaklara döktüğümde Süleyman’ın daha önce oturduğu kanepeye gittim ve ona kahve ikram ettim.

«Bu nedir?» Diye sordu Süleyman, şüpheyle koklayıcı ve kırışmış.

«Türk kahvesi» gülümsedi. «Süleyman, konuşmak istiyorum» konuşmasının kolay olmayacağını hissettim.

«Ne söylememi istiyorsun Maria? Konuş.»

«Aramızda olanlardan bıktım ve hiçbir şeyi açıklamadan beklenmedik bir şekilde ortadan kaybolduğunda bu beni çok üzüyor.» Süleyman ağırca iç çekti. «Tüm bunların ne anlama geldiğini bilmek istiyorum?» Diye sordum.

«Size ancak bu yıl yanımda katlanacak olan kadının cömertçe ödüllendirileceğini söyleyebilirim.» «Benimle gel,» Süleyman kahveyi masaya koydu, büyük sıcak eliyle elimi tuttu ve yatak odasına götürdü.

«Beni özlediğini söyle,» diye sordu Süleyman.

«Kaçırmadım,» diye şaka yapıyorum.

«Yalancı», — beni her yerinden öptü, yavaşça soyuyordu.

«Hepinizin benim olduğunu söyle» dedi.

«Sen kendin biliyorsun,» Onun kalçalarını sıktım.

«Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum, hepinizin benim olduğunu söyle.» «Ben seninim» dedi. Süleyman tutkuyla bana girdi, uyuyan bir volkanın patlaması gibiydi. Bir ay boyunca onu çok özledim, çok sevdiğim sıcak elleri, dokunuşuyla, sıcak bakışlarıyla, her zaman Dünya’nın bütün bilgeliği gibi benimle konuştu. Ama hiçbir şey anlamadım, iki yıl sonra onu anlamam bana verilecekti, ama o zaman o kadar çok şey yaptım ki, yolumda tanıştığım bütün asistanlar bile kader ve karmik derslerinin iç içe geçmesini zorlaştırmak zor olacak.

16 Nisan 2016

«Benim y…i senin için delirdi» — aniden uzaktan smska’nın bir yerinden uçtu.

«Evde misin?» Hemen havaalanından size geleceğim ”- sonra ikinci mesaj geldi.

«Pendik’te ortaklarla bir toplantıdayım» «ama seni düşündüğümde seni hep istiyorum, tatlım» diye cevapladım. Saat 9:00, toplantıyı yarım saat içinde bitirirsem, saat 10: 00’a kadar eve dönecek ve Süleyman’ın gelişinden önce temizlik yapacak zamanım olacağını düşündüm.

«Eve git, saat 10’da olacağım» — seçeneksiz, her zamanki gibi.

Bu, keskin bir şekilde kalkmanız, ortaklarınıza elveda demeniz ve bu anda roketten eve uçmanız gerektiği anlamına gelir. En azından bir kere bana planlarımı, zamanlamamı, önceliklerimi ya da en azından yaşam değerlerimi sordunuz. Sonunda içeri girdiğine sevindim, birbirimizi bir aydır görmüyoruz. Fakat zamanımı ve hayatımı bilinçli bir şekilde elden çıkarma şekliniz, uzun zamandır bana uygun değil ve bugün bu «diyalog» da Süleyman’a cesur bir noktaya değinmek istiyorum. Konuşmak ve oyun için kendi şartlarını belirlemek istedim. Ve eğer bir anlaşmazlık ile karşılaşsaydım, basitçe ona «sonsuza dek uzaklaşıp asla geri dönmeyeceğini» söylerdim ve kapıyı işaret ederdim. Fakat akşam saat 10’da, örnek bir kız olarak, İstanbul dairesinin oturma odasında ellerinde telefonla oturdum ve sohbete nerede başlamam gerektiğini merak ettim. İçeride, bir şey bana alışılmadık bir dönüş alacağını söyledi. Kapı zili düşüncelerimi bozdu. Süleyman’ın ortaya çıkışı her zaman beklenmedik oldu ve içimdeki her şey nefes alıp veremediğim için dondu ve küçüldü… Daha sonra daha cesur olacağım ve onunla tamamen farklı bir şekilde iletişim kuracağım. Ama bugün, neşeli, kapıyı açtım. Hızla, her zaman olduğu gibi, etrafındaki her şeyi kokladı: «Kahve» … Sevdiğim Türk kahvesi kokusu, mutfağa yayıldı. Süleyman çabucak banyoya çekildi. Daha önce bıraktığı, buzdolabını açtı ve bir bardak su döktüğü için hiçbir şey söylemeye bile vaktim olmadı. Işık hızında yaşadı, sanki çok hızlı bir yerde koşuyormuş gibi, ya da birisinden. Ama hiç kaçamadı. Kimden kaçtığını ve onu asla asla alamayacağı bir yere koştuğunu asla anlamadım, çünkü burada ve şimdi, kendisiyle uyum içinde kalmak, her zaman açıkça yaşadığı ve her zaman geri döndüğü açık bir şekilde kalmak daha önemlidir. yüreğime, sevdiğim yere. Kanepede oturdu ve televizyonu açtı, NTV sporu, en sevdiği takım, bir futbol maçı… Eh, eğlencem biraz azaldı.

«Bana gel,» beni kanepesine çekti ve yanıma oturdu, hemen onu öpmeye başladım, bir ay boyunca çok özledim ve bir volkanda yaşadım, onu asla kendim aramadım ve yazmadım.

«8 bin kilometre uçtum ve İran’dan uçtum,» diye cesaretle beni öptü, aniden ayağa kalktı ve bir vuruşta beni soydu, her zaman bir anda beni ifşa etti, bir saniye beklemek istemedi.

Beni kalçalarına kadar kucağından attı ve ayakta durup kendimi dikti, böylece neredeyse bir orgazmdan ölüyordum.

«Hepiniz benimsin, bana hepinizin benim olduğunu söyleyin».

«Bunu biliyorsun, Süleyman».

«Senden duymak istiyorum».

«Evet, senin,» bana sadece onu sevmek için hiçbir seçenek bırakmadı. Onunla ilgili her şeyi unuttum. Hangi açıklamalar, hangi koşullar, hangi sohbetler? Benimle herhangi bir konuşmaya bir dakika harcamak istemedi. Hemen elimi tuttu ve daima şöyle dedi: «Benimle meşgul ol.» Bu da demek istediği, çok az zamanı olduğu ve her saniye kendini tamamen içine çekmek istediği anlamına geliyordu. Benimle her şeyi unuttu ve her zaman bana her yerden geri döndü, nerede olsaydı… Savaşçıların uzak zamlardan eski zamanlara döndüğü gibi. Ve ben hep onu bekledim.

«Bana sihirli masajını yap», Süleyman ellerimi beline koydu. Bütün vücudumla ona dokunmamı seviyordu. Sıradan bir klasik masaj gibiydi, yaşayan bir tantra idi. Hayatımda böyle bir şey yaşamamıştım, onunla her zaman kendim oldum ve sadece istediğimi yaptım. Ve bir şey istedim: onu sevmek. Bunun için doğmuş gibiydim, onun için o benim için bütün dünyamdı, ondan önce hiç yaşamadım gibiydi. O göründüğünde, kalbimin içinde en feminen çiçek, koşulsuz Sevgimin çiçeği.

Yorgun, sonunda karnının üzerinde uykuya daldı, bütün omuzlardaki geniş sırt ve yatay dövme kanatlarını ve sol omzundaki dövme olan küçük boğazı kurtları göz önüne alarak onu rahatsız etmedim. Ona vurmayı çok severdim. Okşamalarımın altında hemen kesildi ve uykuya daldı. Sabah üçte uyandı. Saatine baktı ve dehşete kapıldı.

Gitmem gerek, Süleyman yataktan atladı. Niye bu kadar geç? Düşündüm. Hiçbir şey sormadım, onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum, sadece kendimi gördüğüm şeyi ya da geçerken söylediklerini.

«Seni dört aydır ziyaret ediyorum Maria», diye çıplak çekti beni. «Ve her zaman beni beklemeni ve benimle ilgilenmeni istiyorum», «böylece evet demeni istiyorum»,

«Hangi soruyu cevaplamalıyım?» Anlamadım. «8 bin kilometre uçtum ve İran’dan uçtum», diye cesaretle beni öptü, aniden ayağa kalktı ve bir vuruşta beni soydu, her zaman bir anda beni ifşa etti, bir saniye beklemek istemedi.

Beni kalçalarına kadar kucağından attı ve ayakta durup kendimi dikti, böylece neredeyse bir orgazmdan ölüyordum.

«Hepiniz benimsin, bana hepinizin benim olduğunu söyleyin».

«Bunu biliyorsun, Süleyman».

«Senden duymak istiyorum».

«Evet, hepsi seninim», bana sadece onu sevmek için hiçbir seçenek bırakmadı. Onunla ilgili her şeyi unuttum. Hangi açıklamalar, hangi koşullar, hangi sohbetler? Benimle herhangi bir konuşmaya bir dakika harcamak istemedi. Hemen elimi tuttu ve daima şöyle dedi: «Benimle meşgul ol.» Bu da demek istediği, çok az zamanı olduğu ve her saniye kendini tamamen içine çekmek istediği anlamına geliyordu. Benimle her şeyi unuttu ve her zaman bana her yerden geri döndü, nerede olsaydı… Savaşçıların uzak zamlardan eski zamanlara döndüğü gibi. Ve ben hep onu bekledim.

«Bana sihirli masajını yap», Süleyman ellerimi beline koydu. Bütün vücudumla ona dokunmamı seviyordu. Sıradan bir klasik masaj gibiydi, yaşayan bir tantra idi. Hayatımda böyle bir şey yaşamamıştım, onunla her zaman kendim oldum ve sadece istediğimi yaptım. Ve bir şey istedim: onu sevmek. Bunun için doğmuş gibiydim, onun için o benim için bütün dünyamdı, ondan önce hiç yaşamadım gibiydi. O göründüğünde, kalbimin içinde en feminen çiçek, koşulsuz Sevgimin çiçeği.

Yorgun, sonunda karnının üzerinde uykuya daldı, bütün omuzlardaki geniş sırt ve yatay dövme kanatlarını ve sol omzundaki dövme olan küçük boğazı kurtları göz önüne alarak onu rahatsız etmedim. Ona vurmayı çok severdim. Okşamalarımın altında hemen kesildi ve uykuya daldı. Sabah üçte uyandı. Saatine baktı ve dehşete kapıldı.

Gitmem gerek, Süleyman yataktan atladı. Niye bu kadar geç? Düşündüm. Hiçbir şey sormadım, onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum, sadece kendimi gördüğüm şeyi ya da geçerken söylediklerini.

«Seni dört aydır ziyaret ediyorum Maria», diye çıplak çekti beni. «Ve her zaman beni beklemeni ve benimle ilgilenmeni istiyorum», «böylece evet demeni istiyorum».

«Hangi soruyu cevaplamalıyım?» Anlamadım.

«Benimle birlikte taşınmak ve benimle yaşamak istiyorsan, Dumankaya Trend Residence’ta senden uzakta olmayan bir daire satın aldım. Katılıyor musun?»

«Hayır».

«Anlamıyordum» diye çırptı çoraplarını giyerek.

«Türkiye muhafazakar bir ülke, buradaki itibarım benim için çok değerli, beni tekrar ziyaret etmenizi istemiyorum».

«Benimle evlenmek ister misin? Evet?» — elinde kotla sorguya çekildi.

«Hayır» derinden kızardım.

«Anlamadım. Soruma cevap vermedin!» — pes etmeye alışkın değildi.

«Sana zaten iki kez cevap verdim, Süleyman», her şey sanki bir siste sanki oldu.

«Anlamadım», diye şaşırmış bir çocuk gibi durdu, «Bana cevap vermedin!»

Sessizce durdum, bir havluya sarıldım ve elbiselerini giyip gitmesini bekledim. Artık dahil olmayan planlarımda onunla buluşmaya devam et. Nedense kendimden korktum.

«Yalancı», — birden Süleyman beni şaşırttı. Aniden kotunu attı, beni tuttu, aniden havlumdan çıkardı, ambalajını açtı ve aniden her tarafıma girdi. Beni o kadar doyumsuz ki, delireceğimi sanıyordum. İçeride, bir ay sonra her şey acıtıyor. 186 cm boyunda, neredeyse yüz kilo ağırlığında, çok büyüktü. Süleyman hep benimle istediği her şeyi yaptı. Hızlıca arkamdan bitirdi, doğasını çıkardı ve parmaklarını kasıklarım boyunca sağ elinden geçirdi.

«Hepiniz ıslaksın. Daha fazlasını mı istiyorsun?» — parmaklarını içime soktu ve beni okşamaya başladı. Hep yanıyordum ve duramadım. Daha fazla ve daha fazlasını istedim… Diz çöküp onu emdim. Ve onlardan yeterince alamadı. Sonra ayağa kalktı, arkasını döndü ve yatağa oturdu, üstüne tırmandı ve tekrar duramadı.

«Beni zorluyorsun», dedi Süleyman memnun oldu. Yavaşladım ve üzerine oturmaya başladım, böylece neredeyse her şey için kendini görebildi. Beni otururken izlemeye bayıldı ve bana girdi. Onu heyecanlandırdı. Sonunda şehvetli doğamı tatmin ettim.

Süleyman giyindi ve koridorda beni ona çekti.

«İnsanları öldüren bir adamla yaşayabilir miydin?» Diye aniden bana sordu.

«Bu onun seçimi. Sadece eylemlerime cevap verebilirim «dedi.

«İyi. Kocan senin sorumluluğunda olacak. Anladın mı benimle evlenmek istiyorsan, hayatını tamamen değiştirip adını ve soyadını değiştirmelisin, Maria!» Beni zaten eşikte uyarıyordu. Güldüm.

«Neden gülüyorsun?» Diye sordu Süleyman. Ben hiçbir şey demedim.

«Git». Hoşçakal öpücüğü verdim. Acı vericiydi, onu bir daha asla görmek istemedim. Ve arkasındaki kapıyı kapatmak, tatlı bir şekilde uyumak için uzandı. Süleyman’ın hareketinden sonra hep uyuyakaldım.

Ertesi sabah Süleyman’la hiç görüşmediğim düşüncesiyle uyandım ve kendimi düşünmesini yasakladım. Tanrı’dan istediğim tek şey, bana beklenmedik, planlanmamış bir toplantı göndermesi durumunda, Tanrı’nın saf rızasını bilmesidir.

Gün boyunca bir arkadaşım benden sonra sürdü ve Pendik’teki büyük alışveriş iskelesinde bir toplantıya gittik. İçinde, beklenmedik bir şeyin demlendiğini hissettim, kendimin ne olduğunu bilmiyordum. Arabayı park ettik, çıktık ve kafe Digermen’in cam duvarlarından geçip iskele girişine, bir anda bir fincan çay ile bir masada oturan yalnız Süleyman penceresinin yanındaki masada gördüm. Kalbim topuklarımın içine düştü. Arkadaşımdan yalnız yukarı çıkmasını istedim ve beni orada uzun süre beklemiyordum, o girişten içeri girdi ve kafeye koştu. Ne yaptığımı bilmiyordum, beni hiçbir şeyden şüphelenmeyen Süleyman’a doğru götüren bazı bilinmeyen güçler vardı, çünkü sırtına girişe oturmuş ve kafeye girenleri görmüyordu. Girdim, kalbim daha fazla atıyordu ve atlamaya hazırdı. Süleyman’ın masasına doğru yürüdüm ve kararsızca el çantamı karşısındaki sandalyeye koydum. Süleyman gözlerini kaldırdı ve neredeyse çayını boğdu.

«Burada birini bekleyebileceğimi düşünmedin mi Maria?» — Süleyman bana merhaba demeden hitap etti.

«Üzgünüm». Çantayı sandalyeden alıp ayrılmaya hazırım.

«Oturun». Süleyman zorunlu emretti, kolay kolay pes etmeyeceği belliydi. Ben de. Süleyman’ın karşısında bir sandalyeye oturdum.

«Merhaba».

«Merhaba, beni nasıl buldun?»

«En üst kattaki bu alışveriş merkezinde ortaklarla bir toplantı yaptık, bir arkadaşla geldik. Şimdiden üst katta beni bekliyorlar, ama camdan girişte sizi burada gördüm ve merhaba demeye karar verdim Süleyman, «Sinsice göz kırptım. Kırmızı bıyığına sırıttı. Gülmeye başladım.

«Ne istiyorsun? Başka bir çay ve bir menü daha getirin» diye koşturan garsona attı. Dünya her zaman onun yanındaydı.

«Biliyorsun, seni gördüğümde, sadece deliriyorum, ne yaptığımı bilmiyorum. Affet beni, lütfen, masanızda belirsizce oturduğum için üzgünüm, Süleyman, sadece aptal bir aptalım …», güldüm.

«Eh, kabul edildi», Süleyman bana neşeyle göz kırptı, tekrar kendisi oldu ve ben çoktan rahatladım.

«Biliyor musun, dün futbol oynadığımda bacağımı kırdım. Doktor bana sıva koymak istiyor», — Süleyman bana baktı. Güldüm. «Neden gülüyorsun?»

«Çünkü oyuncu kadrosunda yürümeyi asla kabul etmeyeceksin, bir gün evde oturmayacaksın» diye cevapladım.

«Evet, bilirsin,» Süleyman ağırca iç çekti, bacağında şiddetli acı çekiyordu. Telefon çaldı.

«Merhaba, Ali. Teşekkür ederim iyi. Dün bacağımı kırdım. Doktor üzerime sıva koymak istiyor». Bacağının onu çok rahatsız ettiğini ve Süleyman’ın doktor tavsiyesine uymadığı takdirde kemiklerin yanlış bir şekilde büyüyebileceğini anladım, ancak her şeyi karar verdiğinde onunla tartışması daha pahalıydı, bu yüzden sessiz kaldım.

«Ne olacaksın?» Diye tekrar sordu.

«Tatlı bir şey, stresi hafifletmem gerekiyor», diye gülümsedi ve kafedeki radyodan çıkan şarkı ile birlikte mırıldanmaya başladım. Süleyman geniş bir şekilde gülümsedi, onunla rahat olmam her zaman eğlenceli oldu. «Magnolia’yı getir, beğeneceksin, buradaki en iyi tatlı.» Garson hemen önüme sütlü krema tatlısı ile bir tür kase koydu. İçine bütün bir kaşık boğdum ve alttan kepçe kepçe yaptım. Süleyman sadece güldü ve ben şarkı söylemeye devam ettim. Kediler içimde ovalandı. Burada bir hikaye sona eriyor gibi hissettim.

«Ortaklarınız için burada sizin için yakındaki bir masayı ayırtın, Maria?» — Süleyman bir sonraki masanın rezervasyonunu garsona gözleriyle gösterdi, garsona hemen «Rezerve» işareti koydu.

«Biliyorsun, zirvede bir toplantımız var, herkes orada beni bekliyor, onlara gideceğim» dedi. Süleyman’ın beni kontrol etmeye çalıştığını ve kiminle geldiğimi bulmak istediğini anladım.

«Neden hala evlenmedim biliyor musunuz?» Süleyman aniden sordu. Ağzımda bir kaşık tatlıyla dondum. «Bir keresinde bana kocanı bile bırakacağını yazmıştın, çünkü ben büyük bir aşığım. Bu yüzden benden birine gitmeni istemiyorum. "O zaman kelimelerinin anlamını çok az anladım, bu yüzden Süleyman’ın mantığı bana açık değildi. Fakat hiçbir zaman gereksiz sözleri rüzgara atmadı ve her zaman doğru ve akıllıydı.

Beklenmedik bir şekilde benim için biraz dolgun bir Müslüman kadın, orta siyahların restoranlarına girmiş, hepsi siyah renkte, başörtüsü ile kaplanmış, görünüşünün en başından beri, bütün dünya mütevazi ve göze çarpmayan olmasına rağmen, etrafında dönüyordu. Süleyman masadan atladı ve hemen bütün kadınları bu kadından satın alarak çantaya götürdü ve hemen garsona ulaştırdı. Kadının yüzünü görmedim, çünkü yalnız yan masaya oturdu. Süleyman bana geri döndü. «Ne zaman buluşacaksınız?» Diye sordu Süleyman. Bu kadar habersizce görevden alınmaya hazır değildim. Ayrıca, bir Müslüman kadın bir kafede göründüğü andan itibaren, tüm dünya benim için döndü, bir tür pusluluk çekti ve etrafımda neler olup bittiğini anlamadım. Süleyman’ın bazı akrabalarının burada toplanmaya başladığını ve onlarla henüz planlarını yapmadığımı fark ettim. İki yıl sonra, bunların hepsinin akrabası olmadığını, eşinin Süleyman’a karşı beş mahkemeyi açmasaydım, varlığını asla bilemeyeceğimi, bana göstereceği ortaya çıkacak. Ama iki yıl sonra olacak… Ve şimdi masadan yükseldim.

«Tatlı için çok teşekkür ederim, Süleyman. Seni gördüğüme sevindim», Süleyman’a teşekkür ettim ve neredeyse onu öptüm ya da kucaklayamadığım için kükrediyordum. Bana başını salladı. Yürüyen merdivene çıktım, arkadaşlarım beni bekliyordu.

«Sana neler oluyor, Maria?» Diye sordu Ömer.

«Burada kimseyle tanışmak istemiyorum ve istemiyorum, Ömer, sadece sinemaya gidelim» diyen bacaklarım kısıktı, ve sonunda anlayacak kimsenin olmadığı sessiz bir yerde oturmak istedim. bana ne olur İki dakika içinde başlayan bir sonraki oturumun biletlerini aldık ve koltuktaki son sırada merkeze oturduk. Tabii ki Ömer, burada hiçbir film izlemeyeceğimi anlamıştı.

«Sana neler oluyor?» Ömer de yine aynı soruyu sordu. Sadece hıçkırarak ağladım, gözyaşlarımın içinde bir gözyaşı yuvarlandı, etrafımda hiçbir şey görmedim, bir çeşit peçe beni sardı ve gözyaşları daha önce benimle olan her şeyin temizliği olarak geldi.

«Ömer, İslam’a dönüştürmek istiyorum» diye fısıldadım. Ömer’in gözleri genişledi.

«Bunun çok ciddi bir karar olduğunu anlıyor musun Maria?»

«Evet, bugün İslam’ı kabul etmek istiyorum, yakında bir cami var mı?»

«Seni Tuzla’daki özel bir camiye götüreceğim. Mendiliniz var mı? Kafanı örtmelisin, «diye şiddetle tavsiye etti Ömer.

«Evet, elbette». Mendilimi boynumdan aldım ve başımın üstüne fırlattım.

«Öyle değil, bayanlar odasına gidip kız kardeşimin giydiği gibi bağla, hatırlıyor musun?»

«Evet, güzel». Sinema salonunu neredeyse filmin ortasında bıraktık. Bu arada, bir fular bağlamaya ve uzun bir tişört üzerinde bir ceket giyip bütün düğmelere tutturdum. Aşağıya indik, Süleyman’ın pencereden bana baktığını hissettim, çünkü gözümün köşesinden hala onu bıraktığım masada oturduğunu fark ettim. Gördüğünden duyduğu meraktan çok etkilendiğini biliyordum: ilk önce arkadaşımdan, ikinci olarak da alışveriş merkezinden çıktığım gerçeğinden. Dönmeden yürüdüm. Ömer ile arabaya bindik ve Tuzla’ya gittik. Tuzla, İstanbul eteklerinde küçük, sakin bir bölgedir. Eski camiye Evliya Çelebi Cami’ye vardık. İçinde ruh yoktu. Ömer beni kadınlar bölümüne götürdü ve nasıl dua edeceğimi öğretti. Dua ederken, benim için Kuran’ın beş ana sütununu ve günlük duaların ana dualarını not defterinde yazdı. Dışarı çıktık.

«Hadi gidelim, seni ailemle tanıştıracağım, kız kardeşlerime sana hijabın nasıl düzgün şekilde bağlanacağını ve giyileceğini öğretmeni istiyorum» dedi ve benim için arabanın kapısını açtı ve ön koltukta oturdu. İçinde bir camiyi ziyaret ettikten sonra huzur ve sükunet sağladım. Hayatımda yeni bir önemli aşama başladığını fark ettim. Ancak Süleyman’ın yakın zamanda bana anlattığı yolun başlangıcında ne kadar olduğumu bile bilmiyordum.

«İki Ülke İçin Bir Kalp» sergisi

Fotoğraflar kendileri tarafından toplanmaya başladı, zaten koleksiyonda 35. İstanbul’daki Rus okulumuza geldiğimde ve müdüründen neredeyse bir yıl sonra Rus okulunda «İki Ülkeye Tek Kalp» adlı resim ve fotoğraf sergisi açmasını istedim. Uçağın düşmesi, Ekim 2016’da, Vakfımız koleksiyonumuzdan 9 resim, yine de Devlet Polaris’te ulusal sanat kültürü bölümünün başında bulunan St. Petersburglu bir Rus sanatçı olan büyüleyici Alevtina ile birlikte İstanbul’a uçtu. cademia, şimdi Rus Devlet Hidrometeoroloji Üniversitesi’ni yeniden adlandırdı. Bu adı zorlukla söyleyemedim…

Havalimanına varışta, Alevtina Vakfın tüm klasörlerini ellerimden indirdi ve resimlerle bir el arabasıyla şoförümüze teslim etti.

«Size nasıl uçmak istediğimi anlıyor musunuz?! Beni çok bekledin, biliyorum! ”- bu yüksek ses her yerde duyulabilirdi ve onu tanımak imkansızdı, bir kadının güçlü sesi, yaşam gücü ile patladı, bomba, bütün departmanı sutra yapan kadın.

……………………………………………………………………………………………

Temmuz 2017 Sabahları iş için Antalya Kültür Merkezi’ne, oradan da Vakfımızın da yardımıyla Rusça bir kitap bölümü açmayı planladığımız şehir kütüphanesine gittim. Birden telefon çaldı. «Süleyman». Şaşırdım ama telefonu açtım.

«Ne istiyorsun, Maria?» — sanki dün ayrıldığımızı söyledi. Süleyman’ı dokuz aydır görmüyoruz.

«Seni istiyorum biliyorsun. Çok özledim,» dürüstçe itiraf ettim.

«İyi. Muhtemelen yarın sabah ya da bu gece Bakü’ye uçup gideceğim. Eğer ayrılmazsam, bugün seni arayacağım ve akşam buluşacağız.»

«Tamam,» Telefonu kapattım ve neşe için atladım. Saraybosna’daki Süleyman’a ilk kez uçtuğumda, amcası beni alışveriş merkezinin yanına sürükledi, Süleyman ailesinde kendilerinin ne kadar havalı olduğunu ve gurur duyduğunu anlattığım için kendimi uzun zamandır çok sevinçle hatırlamadım. Herkes onu nasıl seviyor. Sonra kulaktan kulağa bir gülümsemem oldu ve uzun zamandır beklenen bir toplantının sevincini umarak yedinci cennetteydim.

Şimdi, uzun bir ayrılıktan sonra, Süleyman’ın sesi bana o kadar yakın ve canım geldi ki, tüm dünyayı benden akan büyük aşkımla kucaklamaya hazırdım ve tüm kalbime uymaya hazır değildi…

Akşam ve ertesi gün, Süleyman beni geri aramadı. Fakat cesaretini kırmadım, özellikle yaz mevsiminde ne kadar meşgul olduğunu biliyordum. İşe İstanbul’a gittim. İstanbul’da beklendiği gibi smska uçtum «Neredesin?»

«Ben İstanbul’dayım».

«Geri döndüğünde, bana yaz».

«Tamam, iki gün sonra döneceğim».

İstanbul’dan Antalya’ya havaalanından döndükten sonra hemen Süleyman’a Vibery’deki konumumu gönderdim.

«Antalya’da mısın?»

«Evet, sadece uçtu».

«Bu akşam bana 21: 00’de gel».

«Nereye?»

«Zigaru’ya».

«Oraya nasıl gideceğim?»

«Geçmene izin vermen için nöbetçi diyeceğim».

«İyi» diye cevap verdim. Bir şeyler bana yanlış yaptığımı ve oraya hiç gitmem gerekmediğini söyledi. Ama akşamları güzel, zemine eteğin içinde, hipnotize olmuş gibi, otel girişinde durdum. Gardiyan, ismimi aradım, gardiyan telefonla hızlıca bir şey sordu: «Süleyman Bey Sizi bekliyor» diye yanıtladı. Resepsiyona gittim, kimlik kartımı yöneticiye verdim, kopyasını almak için ayrılırken Süleyman içeri girdi, şortla ve tişörtle bronzlaştı, doğruca bana gitti. Her zamanki gibi bir dakika harcamak istemedi.

«Merhaba, ne bekliyorsun?»

«Merhaba. Belgelerimin bir kopyasını orada yapıyorlar. Burada çok katı bir yeriniz var, «diye gülümsedi. Hızlıca resepsiyon masasının arkasından yürüdü, kartımı almak istedi, ancak müdür zaten tezgahtan bana geri vermişti. Süleyman çabucak peşimden koştu.

«Benimle gel».

«Nerede?»

«Benim odamda» diye cevap verdi Süleyman. Şaşırdım. Böyle bir olay dönüşümü beklemiyordum. Uzun zamandır görmüyoruz ve görünüşe göre, benden bir şey gizlemeden varlığının güzelliğini bir kerede göstermeye karar verdi. Eşyaları odanın her tarafına dağılmıştı: Tişörtler, şortlar, çoraplar… etrafa baktım, oturacak yer yoktu. Süleyman yatağa oturdu, beni yanına gözleri ile oturmaya davet etti. Ama çıkışa daha yakın durmak için iffetli kaldım.

«Söylesene Maria, beni seven bir kadın nasıl olabilir, Müslüman bir kadın bir erkeğin çıplak fotoğraflarını bir sohbette nasıl gönderebilir?! Kardeşi ne olduğu önemli değil! Cevap ver bana!»

Şaşırdım, neredeyse bir yıl önce, son tatilde, Kurban Bayram, Süleyman’ın küçük erkek kardeşi, onu Almanya’dan Antalya’da dinlenmek için ziyarete geldiğinde, benimle Facebook’ta bir habercide bir mesaj yolladı, benimle buluşmak istedi.

Ağabeyim beni İstanbul’dan Antalya’ya bir hafta sonu dinlenmeye davet etti ve orada her şeyin mümkün olduğunu temin etti, çünkü ağabeyi Genel Müdürü. O zaman Hassan kim olduğumu bilmiyordu. Hiçbir şey bilmiyordu. Sadece erkek kibritini eğlendirmek istedi. Sohbetteki Alman telefon numarasını bana gönderirken, numaramı bekliyordu. Sonra beni Viber’e ekledi ve oteldeki bronzlaşmış fotoğraflarından sonra Zigar, erkeksi doğasının güzelliğini bir sonraki üyeye davet ederek onu katılmaya davet etti. Şok oldum Ve elbette, bu fotoğrafları derhal ağabeyi Süleyman’a gönderdim: «Kime uçmam gerektiğini bilmiyorum. Şimdi iki kardeş de beni dinlenmek için Zigar’a uçmaya davet ediyor. ” Süleyman sonra hızlı bir şekilde benimle çevrimiçi iletişim kurduğu yerden kafeden atladı ve benimle Antalya havaalanında buluşacak olan kardeşi için bir dayak düzenledi. Sonra benim yüzümden çok fazla kavga ettiler ve muhtemelen savaşacaklardı… Aralarında hikayenin neyin sona erdiğini, belli ki, aylarca uzlaşma olduğunu bilmiyordum. Ama şimdi Süleyman’ın yanında dururken «partide», bu hikayeyi neredeyse bir yıl önce hatırlamasına şaşırdım… Düşüncede dondum.

«Cevap ver bana!» — çok uzaklardan bir ses geldi.

«Benimle şimdi bunun hakkında konuşmak ister misin, Süleyman?» Diye sordum. «Bilmiyorum, kardeşin beni Facebook’ta buldu ve ilkini yazdı. Gerisini biliyorsun.»

«Bana yalan söyleme!» — Süleyman kızdı, her şeyin o kadar ileri gidebileceğini düşünmüyordu. Ama sonra bilmiyordu ve ben de gelecekte bizi yönlendireceği yeri ben.

«Sizlere» İki Ülkeye Bir Yürek «sergimizin bir kataloğunu getirdim. Türk kahvesi içeceğim, umarım eskisi kadar lezzetlidir ve siz katalogumuza bakarken. Sonra istersen buluşuruz. ” Süleyman böyle bir olayda şaşırdı. Ve hiçbir şey almaya vakti yoktu, harika sergimizin kataloğunu masasında bırakıp dışarı çıktım. Deniz kenarındaki favori bara gittim, burada lezzetli Türk kahvesi hazırladılar. Sıcak ağustos gecesi, barda güzel müzik, türk kahvesi sipariş ettim. Nişastalı gömlekli bir garson, çabucak bana Türk lokumu ve soğuk su ile bir kahve getirdi. Ben eğlendim. Her şeyin tamamen farklı olması gerektiğini düşündüm, bu kadar uzun bir ayrılıktan sonra Süleyman’la görüşmemiz bile aklıma gelmedi.

«Neredesin? Seni bekliyorum, acele et». Aniden bir mesaj Süleyman’dan Viber’a getirildi.

«Ben kahve içiyorum, hala senin için aynı» dedim.

«Bu senin doğum günü bir hediyesi. Kahveni bitir ve daha hızlı gel».

«Doğum günüm bir hafta içinde, Süleyman. Kataloğa baktın mı?» Diye cevapladım.

«Hayır. Gel, bana yüksek sesle oku». Kahvemi bitirdim ve kalktım, geri dönmek istemedim ama kibarca vedalaşmaya gittim. Süleyman ihtiyatla arkamda yürüdü ve kapıyı bir anahtarla kilitledi. Kesinlikle hoşuma gitmedi, çünkü artık burada planlarımın bir parçası değildi. Ama arkadan bana yaklaştı ve baştan ayağa kokladı, kokunun hala benim olduğundan ve onu sevenle aynı olduğumdan emin olarak, bu gece ona geldi. Bana belimin etrafına sarıldı ve boynumu öpmeye başladı, bluzumu çıkardı. Direndim.

«Ne yapıyorsun? Bırak gideyim».

«Bana bir daha asla yalan söyleme. Neden bana geldin? Beni istiyorsun», dedi aniden eteğimi yukarı çekti ve parmaklarını kasık boyunca geçirdi.

«Bak, hepsini ıslak, bir şelale gibisin» diye sırıttı. Anında yatağdaydık, kendimi zaten çıplak buldum. Süleyman aniden bacaklarımı açtı ve bana girdi.

«Beni özlediğini söyle», tonu direnç önermiyordu.

«Evet».

«Bena özlediğini söyle», diye ısrar etti.

«Evet, seni özledim. Çok». Ona yalan söyleyemedim. Memnun, beni daha da öfkeyle öpmeye başladı, bu birkaç saat sürdü. Zaten çok geç oldu. Süleyman, daha önce olduğu gibi, ellerimi beline koydu.

«Bana sihirli masajını yap». İtaat ettim. Çok mutluydu. Ona dokunduğumda hep sevdi. Sıcak ellerim sırtındaki dövmesinin üstüne uzandı, geniş omuzlarının üzerinden sallanan kanatlarını vurmayı çok severdim.

«Geç oldu, gitmeliyim», aniden anladım. Süleyman şaşırdı.

«Size bir sürücü vereceğim, ona adresinizi söyleyeceksiniz. Şimdi Antalya’da nerede yaşıyorsun? Seni doğruca eve götürecek».

«Güzel».

«İşe gitmek zorundayım».

«Çok geç?» Diye merak ettim.

«Evet». Şoförünü ararken hemen giyindim. Süleyman beni öptü, her zamanki gibi rahibe veda etti. Evde hemen uyuyakaldım. Bir hafta sonra, tekrar gelmem için beni aradı, hepsi tekrar oldu. Çok geçmeden, deniz kenarında Beldibi’de portakal bahçeli küçük bir yazlık evde Süleyman’a yaklaştım. Orada onarım yapacağımı ve kışı sessizce geçireceğimi düşündüm. Süleyman buna karşıydı. Tatilin ilk gününde beni ziyarete geldiğinde, Kurban Bayram derhal protesto etti:

«Hiç kışın burada bulundun mu?» Burada neler olduğunu hayal edebiliyor musun, Maria?»

«Hayır Ancak burada ne sakin, ne de iyi, bence turistler, sizi rahatsız edebilecek hiç kimse yok».

«Bilmiyorum, sana iyi şanslar diliyorum!» Ve o her zamanki gibi işten ayrıldı.

Birkaç kez aynı formatta tanıştık, bağlı kalmadan seks. Buna bir son vermenin zamanının geldiğini biliyordum, uzun zamandır bu ilişki biçimini beğenmedim. Bir kez daha, her zamanki gibi, kendimi en son kendimi açıklamak için Süleyman’a geldiğime inandım. Ancak hiçbir açıklama yapılmadı. O akşam Süleyman kendini kötü hissetti, aktif seksten sonra şiddetli kustu, yaklaşık 20 dakika tuvalete sıkışıp kaldı, ayrıldıktan sonra bana şöyle dedi: «Kendimi çok kötü hissediyorum, hepsi böbrek taşları yüzünden.»

Şaşırdım, sağlık problemi olduğunu düşünemedim bile. Ve dışarıdan yanlış bir müdahaleden şüphelendim, ilişkilerimiz her zaman inanılmaz engellerle çok şüpheli bir şekilde gelişiyordu.

«Buna ne kadar zaman başladınız?» Diye sordum Süleyman’a.

«Üç ya da dört ay,» diye cevaplayarak şaşkınlıkla.

«Türkiye’nin güçlü bir ilacı var.» İstanbul’da bir lazer ameliyatınız olmalı, taşlar ezilmiş olacak, aynı gün eve gitmenize izin verilecek ve daha sonra kum idrarla kolayca dışarı çıkacaktır».

«Biliyorum», Süleyman ekşitmeden geçti. O gece ondan çok geç evden ayrıldım, sabah üçte taksiyle.

Ertesi gün onu aramak ve nasıl hissettiğini sormak istedim, ancak Süleyman’ın telefonu sessizdi. İstanbul’a gittiğini öğrendim, birkaç haftalığına gitti. Ekim. Sezon bitti, turistler gitti, otel kış dönemi için gelecek yıla kadar kapalı. Doğum gününden iki gün önce, Süleyman benden gelmemi istedi, ama meşguldüm ve onu göremedim. İtaatsizlik ettiğimde her zamanki gibi kızmıştı. Doğum günün kutlu olsun, onu tebrik etmedim. Süleyman her zaman bana şöyle dedi: «Hiçbir bayramı ya da doğum gününü kutlamıyorum, bunu biliyorsun, Maria. Sadece başlıca Müslüman bayramları, Ramazan ve Kurban Bayram».

Soğuk Rusya’ya uçtu. Birkaç hafta önce geri döndü ve hemen buluşmak istedim. Ben de her zaman olduğu gibi, tüm bunların en son zaman olduğuna inanıyorum ve bir daha asla gece misafirine görünmeyeceğime inanıyorum. Bu sefer çok hazırlıklıydım, Süleyman’ın uzun zamandır onunla konuşmak istediğim her şeyi belirttiğim ve ayrıca son ziyaretim olduğunu söylediğim ve artık beni rahatsız etmemenizi istediğim uzun bir mektup yazdım. Onunla asla en içteki hakkında, varlığımın özüyle ilgili konuşamam. Bu nedenle, mektup o zamanki gibi göründüğü gibi onunla olan mantıklı iletişimimin tek seçeneğiydi. Ben birçok yönden yanılmışım. O zaman onun gibi göremedim ve hissedemedim. Daha sonra, bunu daha büyük ölçüde keşfedeceğim, doğal yeteneklerim, çıkma ve açıklık artacak.

Ayrıca, uzun süredir sert uyuşturucularda oturan bir insanın, etrafındakilerle ilişkili olarak kendisini yeterince gösteremediği, bu nedenle de her an onlardan kaçabileceği de bana açık olacak.

Bazen daha fazla takip etmemiz gereken yerlere gideriz ve yolculuğumuza devam ederiz. Gücün sona erdiği yerde, ikinci nefes dua ile açılır, yorgunluk ve halsizlik inançla iyileşir, dayanıklılık aklın gücü ile temperlenir.

Yolda sana kim güç veriyor? Hücrelerinizi temiz hava ile kim dolduruyor? Senden önce bütün kapıları ve fırsatları açan hayatın şarkısı kim?

Tanrı.

Onun gücü sınırsızdır, O’na en derin tövbe ile gelen kim olursa olsun, her zaman kimseyi affeder ve kabul eder…

Dualarımda güçlüydüm.

2016’da bir akşam, dağ yolu boyunca Süleyman’a geçiyordum. Taksi şoförü bana «nereliyim» diye sordu ve beni buraya neyin getirdiğini sordu. Kim olduğunu cevapladım. Taksi şoförü sırıttı… Bir sigara yaktı ve yolda hikayesini başlattı. Kaşlarım şaşkınlıkla yükseldi: Süleyman’ı ve tüm ailesini tanıyordu. Sanki Tanrı beni bu arabaya koymuş ya da bu akşam benim için yollamış.

«Ayşe Hanım’ı tanıyor musun?» Şoföre sordu.

«Hayır, tanıdık değil».

«Bu onun karısı, ailesiyle birlikte, sonra yüksek sesle ve şiddetle kavga edip gitti, ama bu yıl uzlaştı ve tekrar otele döndü.» Sessizdim.

«Kaderi ağır, Müslüman bir kadın için en korkunç günah için bu tür paralar ödedi…»

Şaşırdım, aptal bir soru yüzümde dondu.

«Evet», sürücü pes etmedi, «Eski kız arkadaşı, çok ciddi bir sihirbaz olduğunu biliyorum, birkaç yıl önce Süleyman’a siyah zarar verdi, ancak Mayıs ayında 10 yıl yaşayan eşi Bulgar Galina’yı boşayabilmesi için, Ekim Ayında Hanım Hanım ile evlendi ve kızı doğdu».

Sessiz kaldım. Bu hikaye hiç aklıma gelmedi. Bir taksi şoförü hikayenin tamamını nasıl bilebilir? Benim için en azından garipti.

«Evet, bilmiyor muydun? Ona mı gidiyorsun? Bakın ne kadar sefil. Aynı odada bir otelde yalnız aylarca yaşayan adamım. Neden diye sor?»

Bir şey sormak istemedim ve başka bir şey bilmek istemedim, ama sürücü sanki denemiş gibiydi.

«Kendine hakim olan, bir erkek, bir Müslüman, otelindeki tüm personelin bildiği utanç verici bir yaşam sürecek mi? Genel olarak, neden bir erkek için, Papa Carlo gibi, bir tür mal sahibi için, karısına hileleri ve kredileri için büyük miktarda para vermek gerekmediyse, bir pulluk alsın?»

«Utanç verici ne yaptı?» Sonunda kızarmaya dayanamadım.

«Üzgünüm, yapmayacağım, ne kadar gergin olduğunu anlıyorum… Sana bütün gerçeği söylemedi, değil mi?» Ama sen kendin akıllısın, her şeyi öğreniyorsun, asıl şey dikkatlice bakmak. Geldik. Melek sanki beni kanatlarıyla kapattı ve sıcaklığın bedenimden yayıldığını hissettim. Taksi şoförüne yol ve ilginç hikaye için teşekkür ettim ve arabadan indim.

Merdivenlerden tırmandı ve kapıyı çaldı. Kapı Süleyman’ı açtı.

Sessizdim. Benim aramda bir şeylerin değiştiğini hissetti sanki dikkatlice baktı, çünkü girmedim ya da merhaba demedim ve hafifçe içime itti, her zamanki gibi omuzlarımın üstünden koklayarak, kokumun değişip değişmediğini bana arkadan yaklaştı.…

İçimden bir şey tıklandı:

«Evli misin?»

«Hayır».

«Ve çocuksuz?»

«Yok».

Kulaklarıma inanamadım.

«Neden bana yalan söylüyorsun, Süleyman?» — Çok utanıyordum, daha önce hiç olmadığı gibi konuşmamı diledim.

«Benim hakkında yüzde iki hiçbir şey bilmiyorsun, Maria», pencereye gitti ve endişeyle bir sigara yaktı. Hemen ayrılmak istedim. Bu oyun hoş değildi. Hayatımda oynamak, bir kedi yavrusu gibi, sevgili bir kedi yavrusu, okşama veya okşayarak, istedikleri zaman veya hüzün ve acı dolu anlarda rahatlamanız gerektiğinde. İlk buluşmamızdan beri her zaman onun önünde açık ve temizdim. Kızıl saçlı çağlayan omuzlarımın üzerine düştü, Süleyman aniden kafamdan mendilimi aldı.

«Gitmek istiyorum, bırak gideyim». Yalnız kalmak ve her şeyi düşünmek istedim. Ancak Süleyman hiçbir zaman ara vermedi, oyun her zaman kendi kurallarına göre yapıldı. «Hayır,» beni aldı ve botlarımı ve ceketimi yatağa koydu. Yuvarlandım ve yatağın diğer tarafına, çıkışa yaklaştığım yerden fırladım. Yerini değiştiriyordu, yanımda bir adımda olmak, bana geri çekilme şansı bırakmadı.

«Bana yalan söylüyorsun! İstemiyorsun ve beni asla terk edemezsin! «Kulağıma hırladı.

Bebeğimizin doğumundan sonra, neden onu asla bırakamayacağımdan emin olduğunu anlayacağım… Ama o an Ego’m Ruh çağrımı gölgeledi ve avlanan bir tavşan gibi kaçmak, kaçmak istedim ondan uzakta, erkeklerden, toplantımızdan önce bütün hayatım boyunca, uzun bir yol katettim.

Dudakları ve omuzları deniz tuzu kokuyordu. Ve gözleri aynı anda hem tutku hem de şefkat, nezaket ve delilikle karıştı.

Tecavüz

Mektubu masaya koydum, ona söylemek istediğim her şey vardı. Döndüm ve tekrar kapıya doğru döndüm, eve daha hızlı gitmeyi düşündüm, sokakta aynı sürücü arabada beni bekliyordu. Bu seyahat için önceden hazırlandım ve tüm geri çekilme planım boyunca düşündüm. Fakat Süleyman her şeyi tekrarlamaya karar verdi. Yine iki atlayışla beni yakaladı, kollarımdan tuttu ve hemen yatağa attı. Yataktan fırlayıp tekrar kapıya doğru koşmaya çalıştım. Beni tekrar güçle itti.

«Beni bırakmak istediğine yalan söyleme!» Süleyman kulağımın içinde hırladı. Bir pislikle birlikte tayt ve iç çamaşırları, ellerimi tuttuğunda, elleri benden uçtu. «Bırak gideyim Süleyman! Ayrılmak istiyorum! ”- Çoktan ağlıyordum. Bu yüzden onu hiç görmedim. O değildi, ona taşınan bir canavardı ve beni şimdi parçalara ayırmaya hazırdı. Parmaklarını bana sertçe itti.

«Bak, hepiniz ıslak, bir şelale gibi! Kimi kandırmaya çalışıyorsun?

Süleyman bir saniye sonra beni tamamen ele geçirdi. Sanki hiç bir yere gitmesine izin vermek istemiyormuş gibi tecavüz etti, hevesle dudaklarımı öptü. Kaçmak üzereydim, beni tekrar zor bir elle çevirdi ve dişlerimi ısırdı, açgözlülükle her şeyi yedi, beni sarmaya zorladı, ellerimi beline ve boynuna döndürdü. Hayatımda ilk kez onu uzaklaştırdım, ilk defa hayatımda, çok sevdiğim adamı, sonradan sonunu beklediğini ve ayrılmak istediğimi tahmin etmeyi istemedim, ama gitmesine izin vermedi…

«Sen benim karımsın!» Dedi Süleyman aniden. «Zaten benim karım olduğunu hayal et. Sen benimsin, Maria’msın! ”- O durmadı. İçindeki bazı özler, beni saf kadınsı enerjimi emerek yanlış bir şekilde aldatmaya çalışıyor gibiydi. Işığımı, saf sevgimi ve inancımı… sahip olmadığı şeyle yedi… Daha doğrusu, içinde yaşayan o implante varlık beni ve tüm kurbanlarını iz bırakmadan yuttu. İtibarını hiç önemsemedi, onu kurtarmanın imkansız olduğunu fark etti. Şey, ya da bana bilinmeyen bir tür gerçek olmayan gerçeklik içinde yaşadı. Tüm bunların anlaşılması, Süleyman’a altı aylık hamileyken çoktan başıma gelecek.

O zaman mesajlarına o kadar kızacak ki, onunla tanışma şansı bırakmayacak. Ve ben Çocuğu Süleyman’a yerleşmiş olan tüm bu inanılmaz yıkıcı güçten nasıl kurtaracağımı düşüneceğim.

115 cevapsız arama.

Allah Allah

Duştan çıktım. Gecenin ilk saatiydi.

«Neredesin? Ben sadece Antalya’ya uçtum ve buluşma zamanı geldi!» — Süleyman’ın yeni bir mesajı geldi. Önceki, görünüşe göre, yeterli değildi.

«Beni özlemedin mi?!» Mesajları akmaya devam etti.

«Şimdi Antalya’dayım… sadece senin iyiliğin için ve telefonu açmıyorsun??!!! Ama yakında kişisel olarak olmasa da, Akdeniz Üniversitesi’ndeki etkinliğiniz sırasında benimle buluşacaksınız!!! Herkesin önünde tüm gerçeği ile!!!»

«Hadi ama! Lyman’a yakınım, buluşalım!!!»

«Peki, hadi ama canım, oğlumu hissetmek istiyorum.»

Süleyman’ın sonsuz mesajlarından bıktım ve ona bir cevap yazmaya karar verdim:

«Benimle buluşmak istemenizin tek sebebi mahkemeden korkmanız. Normal konuşmak isterseniz, Rusya Federasyonu Başkonsolosluğu Parkovaya Caddesi 26, Muratpaşa, Antalya, Türkiye ile buluşabiliriz.»

«Ben? Korkarım?!))))) Sana korkularımı göstereceğim, kim olduğumu anlamak ve anlamak için bu toplantıya ihtiyacın var. Beni, ailemi, arkadaşlarımı, bu siteye kız kardeşimin ve fotoğrafının bir fotoğrafını koyduğunu ve seni yalnız bırakacağımı mı düşünüyorsun? Ondan sonra ölsem bile, her şey hakkında konuşacağız, sevgilim, arkadaşım,» Süleyman pes etmedi.

«Süleyman’ın kim olduğunu biliyorum.»

«Bilmiyorsun, ama bileceksin.»

Telefonu kapattım ve yatağa gittim.

Sabahları telefonu açarken 86 tane daha cevapsız arama buldum.

Çevrimiçi olduğumda Süleyman yine beni aradı.

Bu sefer cevap vermeye karar verdim.

Gece boyunca kibirinin yarısı düştü, sesi daha yumuşaklaştı, ama biraz acı çekti.

«Merhaba, neredesin?»

«Merhaba, Antalya’daki Rusya Federasyonu Başkonsolosluğu’ndayım, gelebilir ve saat 15: 00’de buluşacağız. Toplantının yerini ve saatini istediniz, lütfen gelebilirsiniz, adınıza Genel Konsolosluğa bir geçiş emri vereceğim.»

Bazı sirenler aniden telin diğer ucunda uluştu.

«Nooooo, istemiyorum, şahit olmadan şahsen sizinle buluşacağız»


Telefonu kapatıp soğumaya bıraktım. İki gün sonra Süleyman’ı kendim aradım.

«Abone cevap vermiyor veya geçici olarak kullanılamıyor, daha sonra aramayı deneyin».

Birkaç saat sonra, akşamları tekrar aradı:

«Merhaba, beni aradın mı?» — ses çok düzgün, yumuşak ve sakindi, kadife baritonunu uzun süredir hatırlamıyordum.

«Evet, seni görmek istiyorum Süleyman».

«Bana yerini gönder, ben geleceğim».

«Tamam, gönderdim, ama Votsap’ımı engelledin, böylece mesajlar ulaşmıyor».

«Nooo, tüm yerleriniz yalan. Nasıl bilebilirim, aniden geldim ve orada polis beni alacak. Bana sadece adresini yaz».

«Seni anlamıyorum Süleyman!» — Zaten bu saçmalıklardan bıktım.

Birkaç mesaj daha geldikten sonra mahkeme büyüdükçe endişesi arttı.

«Tamam, sana karşı açtığınız tüm mahkemeleri ve tüm yalanlarınızı iptal etmeniz için iki gün veriyorum!!! Aksi takdirde birbirimizi mahkemede tüm gerçeklerle göreceğiz, Maria!»

«Ve Veselanka’yı unutma! Bu da sen temiz! Sizleri görmek veya sizinle tanışmak istemediğimi anlamıyorsunuz, sizinle herhangi bir fiziksel temas istemiyorum».

Yeni toplantısı. Affetme

Üç aylık hamileydim. Görevimde buluşma sitesinde tanıştığı kız arkadaşımla buluşmayı kabul etti.

Ve bir arkadaşım yerine «Shakespear» isimli kafe’de yuvarlak bir göbekle tanıştım. Sürpriz sandalyesinde atladı, ama sıradan üç katlı Türk paspastan şiddetle uzaklaştı.

Masamı kapattım ve oturdum, eteğimi hafifçe yere tuttum, masamı midemle bağlamayacak şekilde oturdum, uyuyakaldı, gözlerini almadı.

Üç aydır görüşmedik. Belçika’dan döndükten sonra, hamile kadınıma manevi zarar verilmesine hakaret ve tazminat talebiyle mahkemeye iki dava açtım. Antalya’da avukatım Ocak 2018’de Süleyman aleyhine iki dava açtı.

İçimdeki yeni yaşamın, yeni kadın hislerini ortaya çıkarmasından dolayı mutlu oldum.

Onunla 2014 yılında tanıştık, özgürken, evli ve çocuksuz…

Bir yıl boyunca onunla buluşamadık. Ve b.. t! Sadece evlenip kızını yakarken tanıdık… İki buçuk yıl boyunca elimden geldiğince en kısa sürede benden gerçeği saklıyordu… onun için zordu… sürekli uçuş, aksi halde yapamazdı. Bu umutsuzluk yüzünden benimle tanışmadığını itiraf edemedi.

Sonra buluştuk… ve başladı… Saraybosna’ya varışım, herkesin gerçeği bilen akrabalarımızla buluştum. Herşey! Benden başka… bu gerçek bana sadece şu anda açıldı, ne zaman, evli ve Süleyman’a karşı üç mahkeme açtıysam, medeni durum sütununda gördüm — «evli» ve ismimi değil. Gözlerime inanmayı reddettim. Buna inanmak, bunca yıl bana yalan söylediğini kabul etmek demek… Bana yalan söyledi, evime her geldiğinde… Bir saniye içinde bacakları soluklaştı… Ve altı ay içinde oğluyla hamileyim. Arkadaşı beni akşamları bir restorana davet ettiğinde ve Süleyman tarafından hamile olduğumu öğrenip başka bir kadınla evli olduğunu söylediğinde bile buna inanmak istemedim.

Ve sordu: «Bilmiyor muydun?»

«Hayır, senden yeni öğrendim».

«Ah, Süleyman, Süleyman, ne yaptınız?! Akşam yemeğine gidelim Maria.»

Salata ile iyi bir döner bir kısmını yedik.

«Daha fazlasını mı istiyorsunuz? — Hüseyin bana, «yemek yemelisin» diye sordu, mideme anlamlı bir şekilde baktı. Garson, «Başka bir parti getir» dedi. Bir tane daha yedim.

«Sana yardım ediyor mu?»

«Hayır, asla yardım etmedim».

«Gerçekten parayı çok seviyor».

«Evet, biliyorum ama benden almıyorum, önerdim» diye Hüseyin’e göz kırptım.

«Onu seviyor musun?»

«Evet, daha fazla yaşam»…

Duraklat sürükledi. Hüseyin saçını aldı: «Efendimiz Süleyman, Süleyman! Ne yaptın!!» «Çocuğu tanıdı mı?»

«Bana alışkın olduğumu söylediğinden ve bilmiyorum, ne tür bir bufalo size tecavüz etti? Benim yanımda doğan çocuk benim gibi bir orospu olacak mı? Sence kabul edildi mi?» Güldüm.

«Ciddi misin?» Lord, olamaz.

«Böyle bir durumda şaka yapabilir miyim Hüseyin?»

«Viber’im için çok küfrediyordu, tavla oynadık ve tartıştık. Sadece çok kızmıştı, bana tüm mesajlarını aldığını ve benim numaramla birlikte tüm yazışmalarınızı savcılığa göndereceğini söyledi. Ona ne yazdın Maria?»

«Sana söylemedi mi, Hüseyin?» Yürekten güldüm. Yani mesajlarının yarım bir dönüşüyle, bir kelimeyle ya da bir bakışta, sadece Süleyman’ı başlatabilirim…

«Bana, hem ailesine hem de arkadaşlarına korktuğumu söyledi. Hüseyin, sana terörize ettiğimi mi söylüyorsun?» Göz kırptım.

«Bu artık komik değil. Ben ne İstediğini ve istediği yeri vermesine izin ver. Bir avukatım var. Ama şimdi sen ve çocuğu şimdi… çünkü bir DNA testi var, yapacak mısın?» Hüseyin sordu.

«Elbette, Süleyman bunu kabul ederse doğurur doğmaz. Onu tanıyorsun…» İç çektim.

«Peki ya kabul etmiyorsan?» Hüseyin bana hayal kırıklığı içinde baktı.

«Eğer aynı fikirde değilse, mahkemede hemfikir olacaktır. Avukatıma zaten bana ve çocuğuma manevi zarar davası açmasını söyledim. Öyleyse doğduğum anda Süleyman, DNA testi için bir gündem alacak. Peki, sonra ne olacak, sen kendini çok iyi biliyorsun, Hüseyin…» Geniş gülümsedim, tantuni airanı içtim.

«Evet, nafaka… Ve sorunu barışçıl bir şekilde çözmesini önermek istemiyorsun, Maria?»

«Onu gördün mü Hüseyin?» Güldüm.

«Evet, barışçıl bir çözüm için havasında değil, bana küfretti… Ona ne yaptın? Onu anlayamıyorum… Onu seviyor musun?»

«Evet». Bu kez ağırca iç çekti. Tüm bu süre boyunca, Süleyman’ı 6 ay boyunca görene kadar çok yorgundum. Çılgınca özlüyordum, kendini özledi, bazen ayrıldı ve bana yazdı ya da aradı, geceleri otele gelmeye davet etti. Ama reddettim. Sonra sakinleşti, belki de boş manevi çukurunu fark gözetmeden çıplak vücuduyla kaplayan öfkesini gizledi. Sonra daha da patladı. Beni arıyordum, bir süredir Antalya’daki Rusya Başkonsolosluğu’ndan arkadaşımızın dairesinde saklandım. Orada en azından kendimi güvende hissettim.

Hüseyin ve ben lezzetli bir tatlı sipariş ettik, dondurma ile künefe. Yapışkan parmaklarımı yaladım ve tatlı çayla dondurmayı sıktım. Hiç dökülmemiş gibiydim… Türk kahvesini getirdiler … «Eh, sanırım şimdi patlayacağım…» nihayet doluydum. Stresten veya hala bir arkadaşımdan gelen haberlere hala direniyor olmamdan dolayı, açlıktan gelen her şeyi tüketen bu boşluk doldurmadım… Hüseyin bana yeni bir ampul ve pil paketi paketi verdi. «On, sen sordun!» — Beni evden bırakarak paketi uzattı. «Bir şeye ihtiyacın olursa beni ara» diye yürüdü evin kapıya titiz bir bakışla.

Üç mahkeme ve yeni bir karşı-açıklama, bu zaten ikimiz için de bir felaketti. Birisi bu savaşta ateşkes kararı vermek zorunda kaldı. Bağışlama gecesi Ramazan Ayından önce (Berat Kandili Gecesi) geldi.

2018

Ülkemdeki bir çocuğu doğurmak istediğimi ve Süleyman’ın oğlunun Rus vatandaşlığı almasını istediğimi anladım. Sonunda, Ramazan bayramından hemen sonra Rusya’ya uçmam için zor bir karar verdim. Bilet yoktu. Ramazan tatilinin başlangıcı, Moskova’da Dünya Kupası’nın açılmasıyla aynı zamana denk geldi.

«Rusya’ya hoş geldiniz!» — gülümseyen, sınır muhafızı pasaportumu aldı.

«Uzun zamandır Rusya’da bulunmadın».

«Evet, üç yıl boyunca Türkiye’de oturma iznim var» diyerek kartımı uzattım. Kız hızlıca bir kopya çıkardı.

«Tamamen kişisel bir soru: Rusya’da olduğundan daha mı iyi?»

Gülen, sessizdim. Kız zaten pasaportumu damgaladı, ama sorusuna cevap almak isteyen vermek için yavaş oldu.

«Şu anda Rusya’da nasıl olduğunu bilmiyorum, uzun zamandır burada değildim» gülümsedim.

«Konaklamanızın tadını çıkarın!» — kız bana belgeleri iade etti ve havaalanından hızlıca valizlerimle ayrıldım.

Tabii ki sorusunun cevabını biliyordum. Deniz kenarında dört mutlu yıl geçirdiğim için geri dönmek isteyeceğimi bile düşünemedim. Ve zaten İstanbul — Moskova uçağında, ne kadar cana yakın olursa olsun Aeroflot uçuş görevlileri ile Rusça konuşmak istemediğim gerçeğinden başlayarak tüm bağırsaklarımda bulantı hissetti. Ben zevk aldığım iletişimi, Türk diline daha yakınımdaydım. Ve içten, misafirperver ve sempatik olan Türkler, her zaman bana yardım, destek ve sevgiyle cevap verdiler. Rusya’da benden hoşlanmadıklarını söyleyemem. Aksine, her şey her zaman sıcak ve dostanedir, kabul edilir, yardım edilir, desteklenir. Ancak bu iletişimin özü farklıydı. İşkence gören Rus halkına bu işkenceyi yaymak, Rusya’daki iletişimi her zaman acılık ile baharatlandırmaktaydı. Türkiye’de ise tam tersine canlılık, sürücü, içten sağlık dolu enerji, aklın gücü.

Rusya’da kaldığım hafta boyunca, Türkiye’yi, Antalya’yı, orada yaşayan insanları, yaşamı, zevklerini çok özledim.

18+

Книга предназначена
для читателей старше 18 лет

Бесплатный фрагмент закончился.

Купите книгу, чтобы продолжить чтение.